MÜZELER GÜNÜNDE AYASOFYA



Ayasofya ;
1500 yıllık tarihi ile ihtişamlı yapı! 


5. yüzyıldan itibaren kilise olarak hizmet vermiş daha sonra camiye çevrilmiş, Doğu Roma döneminde İmparatorların taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmış ve hala dini sembol mü değil mi  tartışılan muhteşem yapı. 


Bu muhteşem yapı, Sultanahmet Meydanı'nda turistlerin mutlaka uğradıkları tarihi bir binadır. Ayasofya'nın fotoğrafını çekmek için herkes birbiriyle yarışır. Ben de ne zaman Sultanahmet Meydanı'na gitsem muhakkak Ayasofya Müzesi'nin dışarıdan fotoğrafını çekerim. Dışarıdan bakıldığında kubbesi, minareleri, duvarlarının pembe rengi gün ışığında ayrı görünür, gece ayrı görünür. 





Fakat bir türlü Ayasofya'nın içine girip gezmek nasip olmamıştı. Sonra biraz düşününce,galiba  içeri giriş ücreti benim için biraz fazla geliyordu.  Sanırım giriş ücretinin kişi başı 40 TL olması burayı gezmememde etkendi.



Bu tür harcamalarda  kafamda  bazı şeyler için verilecek ücreti tahmini olarak belirlerim. Sonra da o belirlediğim ücret üzerinden çok az aşağı ya da yukarı bir tutar, benim için o harcamada kriter olur. Bu ücret benim kafamda belirlediğim rakamın çok üstünde kaldığı için bir türlü Ayasofya Müzesi'ni  gezmemiştim. Aslında şimdi düşününce; nasıl gezerim diye  bir araştırma da yapmadığımı anlıyorum.  Sadece dışarıdan fotoğraflayıp içeri girmek için imkanlarımı zorlamamışım.


Geçen sene(2017) müzeler gününde, burayı ücretsiz gezebileceğimi bir yerlerde okumuştum. Bu konu için uğraşmamıştım ama  Ayasofya'nın içini dolaşmak için ücretsiz girebileceğim bir gün görünce, doğrusu sevindim. Burası 18 Mayıs Müzeler gününde ücretsiz olarak gezilebiliyormuş.


O tarihte (2017)  Ayasofya'nın giriş kapısına kadar gitmiştim. Sadece bilgiyi eksik öğrenmişim.  Bu özel günde  Ayasofya'ya ücretsiz girişin, müze kapandıktan yani saat 19.00 dan sonra olduğunu, o gün kapıdaki görevliden öğrendim. Doğrusu hayal kırıklığına uğramıştım. Oysa ben o günün tamamında müzenin gezileceğini sanmıştım. Bu yüzden de  Sultanahmet Meydanı'na erken bir saatte gitmiştim. Oldukça uzun bir zaman meydanda oyalanmam ve akşama kadar beklemem gerekiyordu. Evdeki işlerimi ayarlamadığım için de bekleyememiştim. Yani Ayasofya'nın kapısından içeri giremeden geri dönmüştüm.



Sonra ben bu ücretsiz giriş meselesini unuttum. Nisan ayında lale fotoğrafı çekmek için Sultanahmet Meydanı'na gittiğimde, Ayasofya'yı görünce, geçen sene kapıya kadar gelip içeri giremediğim aklıma geldi. Müzeler gününün tarihini araştırınca 18 mayısın yaklaştığını gördüm. Bu sefer içeri girmeyi kaçırmayacaktım!!



18 Mayıs günü evdeki işlerimi düzenledim. Nasıl gideceğimi ayarladım. Akşam saat 18.30 da evden çıkarak  Sultanahmet Meydanına doğru yola çıktım. Meydana vardığımda ramazan ayı olduğu için burası ekstra kalabalıktı.


Sultanahmet Meydanı'nda kalabalığın sebebi birden fazlaydı. İlk olarak gözüme çarpan  televizyon için, dini sohbet programı çekilmesiydi. İnsanlar toplanmış bu televizyon çekimini izliyorlardı. Televizyon programını uzaktan seyredenler de ayrı bir kalabalık yapıyordu.. Meydanın kenarındaki yeşilliklerde iftarını açmak için bekleyen birçok insan yerlerde  kilim sermiş oturuyor veya  çimenlere uzanmış iftar saatini bekliyordu. Bu oturan insanlardan daha fazlası, kendilerine yer ayarlamak için dolaşanlardı.  Çevredeki lokantalarda yine iftar için  sıra bekleyenler vardı. Yemek sırası sokaklara taşmış kuyruk oluşturmuştu. Kuyruktan dolayı da etrafta bir sürü insan vardı.  Ayrıca çevredeki turist sayısıda oldukça fazlaydı. Güvenlik için her yer polis tarafından demir bariyerlerle çevrilmişti. Dar bir koridordan geçerek meydana ulaşılıyordu. O yüzden de kalabalık vardı.  Bu kalabalıklar arasından Ayasofya'nın giriş kapısına doğru biraz zorlanarak ilerledim. Ayasofya Müzesi'ne vardığımda saat 19.30 olmuştu.  Müzenin giriş kapısında da uzun bir kuyruk olmuştu. Kuyruktan biraz gözüm korktu ama bekleyecek ve içeri  girecektim. Uzun bir sıraya ve sırada beklemeye hazırdım.


Ayasofya Müzesi'ne giriş için kuyruk sırasına geçtim. Kuyrukta beklerken arkamdaki insanlara kulak misafiri oldum. Onlar da geçen sene gelmek istemişler ama gelememişler. Aynı benim gibi bu sene ilk defa geliyorlarmış. Keza önümde bekleyen kadınlarda üçüncüye geldiklerini konuşuyorlardı.
Sağa sola bakınarak, insanları takip ederek sıkılmadan,içeri giriş kuyruğunu beklemeye başladım. Giriş sırası hızlı ilerliyordu. Biraz öne doğru bakınca Ayasofya Müzesinin girişinde görevlilerin insanları  x-Ray cihazından onar kişilik gruplar halinde içeri aldıklarını gözlemledim.  Tahmini sırada yirmi-yirmi beş dakika bekledim ve sonunda müzeye girebildim.

Müzenin içine girince, benim gibi meraklıların havanın kararmış olmasını umursamadıklarını gördüm. Herkes ilgiyle etrafa bakıyordu. Gelen insanlar oldukça renkliydi. İçerideki insanlar arasında başı kapalı teyzeler, sevgilisiyle gelenler, ufak çocuğunu bebek arabasıyla getirenler, etrafta koşuşan küçük çocuklar, turist grupları, aileler, arkadaşıyla gelenler vardı. 




Dikkatimi çeken şeyse; herkes Ayasofya'nın içine girince kafasını  yukarıya kaldırarak, yürümeye başlamıştı. İnsanlar tavandaki o güzel süslemelere, balkon duvarlarına yerleştirilmiş hat sanatlarına, sütunlara, ahşap korkuluklara bakmaktan gözlerini alamıyordu. Gerçi içeride restorasyon çalışmaları vardı ama yine de Ayasofya'nın güzelliğini izlemeye engel değildi.


İçerisi tavandan sarkan lambalarla büyülü bir atmosfer içindeydi . Avizelerden yayılan ışıklar ortamı  daha da muhteşem yapmıştı. Işıklar eşliğinde mihraba doğru yürüyerek 12.yüzyılda taç giyme törenlerinin yapıldığı yere doğru ilerledim. Ayasofya'nın içindeki  o yaşanmışlık  beni etkilemişti. Yüzyıllar önce  imparatorlar, sonra padişahlar hatta Fatih Sultan Mehmet'in buralarda dolaşmış olması bana değişik duygular yaşatıyordu. Bu muhteşem yapının içinde görmediğim bir şey kalmasın diye iki kere içeriyi dolaştım, bol bol fotoğraf çektim.


Daha sonra Ayasofya'nın ikinci katına çıkmak için tabelaları takip ederek yukarı çıkış yoluna doğru gittim. Üst kata çıkış yolu da çok değişikti. Merdivenle çıkılmıyordu. Basamak yapılmamıştı. Aksine yol eğimli ve taşlı bir yoldu. Sanki bir sokakta yokuş yukarı çıkıyormuş gibiydi. Yine yukarı çıkarken 18.yüzyılda yaşamış insanların bu yoldan aynı benim gibi çıkmış olmaları içimi ürpertti.
Ayasofya'nın üst katı da aşağısı kadar muhteşemdi. Üst kattan bakınca kuşbakışı olarak alt kat bir baştan diğer başa kadar görünüyordu. Doğu Roma İmparatorluğunda  kadınlar, üst kattan taç giyme törenlerini  buradan izliyorlarmış. Ayrıca üst katta ki duvarlarda kilise olarak kullanıldığı dönemlerden kalma freskleri benim gibi diğer insanlarda merakla inceliyordu. Bu freskler bir kaç duvara yapılmıştı. Boyaları dökülmüş olmasına rağmen bütün güzelliğiyle hala duvarlarda  duruyordu. Bazı fresklerin  altın tozu katılarak yapılmış olduğunu da ufak bir not olarak belirteyim.
Üst katı gezdikten sonra tekrar taş yolu takip ederek alt kata yokuş aşağı indim. Alt kata indiğimde tam olarak yapının kuzey batı yönünde dilek sütunu olarak adlandırılan bronz levhalarla kaplı, ortası oyulmuş bir sütun karşıma çıktı. Sütunu görmemek imkansızdı.  Sütunun önünde insanlar sıra olmuş bekliyorlardı.  
Bu sütunla ilgili çeşitli efsaneler bulunuyor. Günümüzde ise insanlar bu sütundaki oyuğa soktukları başparmağını saat yönünde tam bir tur döndürerek dilek tutuyorlar. Tabi ki sıraya girerek dileğimi diledim.



Artık dışarıda iyice hava kararmıştı. Niyetim son bir kez daha Ayasofya'nın alt katında dolaşmak ve  dışarı çıkmaktı. Mihraba doğru gidip, etrafa son bir kez daha bakıp bir kaç fotoğraf daha çekecektim. Mihrabın önünde birkaç kişinin  toplanmış olduğunu görünce,merakla ne olduğuna bakmak için o tarafa yürüdüm. İnsanlar bir şeye bakarak fotoğraf çekiyorlardı. Baktıkları tarafa döndüğümde  Ayasofya'nın ünlü kedisinin, insanların karşısında oturduğunu gördüm.



Kedi kıpırdamadan duruyor, sanki insanlara poz veriyordu. Kedinin karşısında en az beş kişi vardı.Onun  fotoğrafını çekiyorlardı. Hemen bende fotoğraflarını çekmek için yanına gittim. Bu kediciğin varlığından haberim vardı ama Ayasofya'nın içine girince doğrusu aklımdan uçup gitmişti. Birden karşımda görünce bende bir kaç fotoğrafını çektim.Kediyle ilgili internette oldukça fazla bilgi var. Sevimli ve insanlara alışık bir hayvandı. Kedinin adı Gli ve şaşı olduğunu okumuştum.

Aslında kedi uzun bir zamandır caminin içinde yaşıyormuş.Bunun gibi daha beş kedi daha varmış ama en ünlüsü şaşı olanıymış. Şansım vardı benim rastladığımda bu kedi oldu. 


Gli'nin ünlü olma hikayesi de oldukça ilginç; ABD başkanı Barack Obama 'nın Ayasofya gezisi esnasında , sevimli kedimiz  Obama ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın karşısına çıkıyor ve aynı karede fotoğrafları çekiliyor. Kedicik bu fotoğrafla dünya basınında yerini almış. Böylece sevimli hayvan meşhur olmuş.


Kediyi de görüp fotoğraflayınca tüm ritüelleri yerine getirmiş oldum. :))) Saat oldukça geç olmaya başlamıştı. Yavaş  yavaş Ayasofya'nın o muhteşem dev kapılarından geçerek dışarı çıktım. 

Dışarı çıkınca lacivert gökyüzünde yarım ay bütün haşmetiyle parlıyordu.  Ayasofya'ya birde gecenin karanlığında baktım. Kubbesi, minareleriyle karanlıkta bile muhteşem görünüyordu. 



Dışarıda ki insan kalabalığı sanki daha da fazlalaşmıştı. Ramazan ayı olması sebebiyle iftar yapılmış, oruçlar açılmıştı.  Biraz da Sultanahmet Meydanı'nda dolaşarak Sultanahmet Camisi'nin mahyalarında ki ramazan yazılarına bakarak kalabalıkla beraber yürüdüm. Ayasofya Müzesi'nin içine  bu kadar zamandır girmediğim için hayıflandım. 
Meydanda dolaşırken bu konuyla ilgili olarak bir iç hesaplaşma yapma fırsatım da oldu.


İstanbul'da bir sürü tarihi eser, birçok tarihi yeri gezmiştim. Hemen hemen hepsine gitmeye çalışarak merakımı gidermiştim. Bu güne kadar Ayasofya'nın içine girmemiştim. Hep dışarıdan bakmakla yetinmiştim. Buranın içine girip gezince hala bu müze için çeşitli tartışmaların yapılıyor olmasını  daha iyi anladım. Bu tartışmalarda, bazıları Ayasofya'nın  kilise olarak kalmasını, bazıları da  cami olarak kullanılmasını istiyordu. Herkes kendine göre haklıymış. Bu binanın içinde ibadet yapılsa gerçekten çok etkileyici olacağına kanaat getirdim. İçinin azametini gördükten sonra bu tartışmaların yapılıyor olmasını  daha iyi anladım.


Son olarak da Ayasofya Müzesi'nin içini görünce, bu yapıyı  bir insanı tanımakla özdeşleştirdim. Bazı insanlar dış görünüşleriyle çok güzel olurlar.  Tanımadan sadece dış görünüşleriyle bu insanlar hakkında bazı yargılara varırız. Sonra o insanın iç güzelliğini yani huylarını tanımak, konuşmak ve  anlamak için vakit geçirmek gerektiğini anlarız. İçini yani huylarını da tanıyınca esas karara varırız. İnsanın hem dışı  hem de içi güzelse yıllar sürecek bir dost kazanmış oluruz. Dıştan etkileyici ama içini görünce daha doğru kararlara varılacağını Ayasofya Müzesi'ni gezince, bir kere daha anladım.



Kısaca Ayasofya'yı sadece dışarıdan görüp geri dönmeyin. İçine de mutlaka girin, pişman olmayacaksınız.:))






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAHYA EFENDİ TÜRBESİ'NİN GİZEMİ!

KRAKOW

SERGİ MEKANI- MEŞHER